Genel

Bâleybelen: Dünyanın İlk Yapay Dili

Dünyanın en eski yapay dilinin bu topraklarda yaratıldığını biliyor muydunuz? Muhyî-i Gülşenî’nin 16. yüzyılda yarattığı “Bâleybelen”in pek bilinmeyen macerasına hep birlikte tanıklık edelim!

 Fakat kurgusal evrenler dışında, gerçek dünyada kullanılması için yaratılmış yapay diller de mevcut. Bu diller, fantazyadaki dillerden çok daha eski olabiliyor. Peki, dünyanın en eski yapay dilinin Türkiye’de yaratıldığını söylesek, ne tepki verirsiniz?

Bu yazıda Muhyî-i Gülşenî’nin yarattığı Bâleybeleni anlatacağız. Kendisi aslında pek de yeni bir haber değil ama ne yazık ki hâlâ çok az kişi tarafından biliniyor. Türkçe ve Türk edebiyatıyla ilgili en ilginç konulardan biri olan Bâleybeleni tanıdıkça inanıyoruz ki siz de şaşıracaksınız.

Yapay Diller

19. yüzyıldan itibaren farklı amaçlarla da olsa yapay diller yaratıldı. Bazıları iletişimi kolaylaştırmak, bazıları bir sırrı şifrelemek, bazıları kurgusal bir evrene kurgusal bir dil ekleyerek onu gerçekçi kılmak ve bazıları da hobi için.

19. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde dünya ekonomik, siyasal ve kültürel olarak bütünleşme sürecine giriyordu. Ulaşım ve iletişim olanaklarıyla birlikte halklar arasındaki etkileşim de artıyordu. Fakat pek çok milletin dili birbirinden oldukça farklıydı. İşte bu dönemde “ortak bir dil olsa, hiç kimse başka bir dil öğrenmek zorunda kalmasa, bütün insanlık kaynaşsa”düşünceleri ortaya çıktı.

1879’da Johann Martin Schleyer, Volapükü yarattı. Bu dil, o zamanlar dünyanın ilk yapay dili sanılıyordu. Karmaşık bir dil olmasına rağmen ilgiyle karşılandı ama sonra daha iyi yapay diller ortaya çıktı. Volapük bugün hâlâ kullanılsa da ilk zamanlarındaki ilgiyi görmüyor.

1887’de Ludwik Lejzer Zamenhof, Esperantoyu yarattı. Bu dilin kuralları çok basit olup istisna barındırmıyordu. Yani öğrenmesi oldukça kolaydı. Dünyanın ortak dili olmak için daha uygundu ama bu hedefe şu ana kadar ulaşılamadı. Yine de bir yapay dile göre oldukça büyük ilgi gördüğünü söyleyebiliriz. Zaman zaman bazı bölgelerde resmî dil olmaya bile yaklaştı. Günümüzde bu dili konuşabilen kişi sayısının bir milyondan fazla olduğu düşünülüyor. Ana dili Esperanto olan insanları unutmamak lâzım. Bu dilde üretilmiş kitaplar, web siteleri, gazeteler, dergiler, tiyatro oyunları, sinema filmleri ve şarkılar var. Vikipedi, Esperanto dilinde bir sürümü çıkarmayı bile ihmal etmedi.

Bunun dışında da yapay diller üretildi elbette. 20. yüzyıldaysa yapay dil üretimi farklı bir noktaya taşındı. Aynı zamanda bir dilbilimci olan J.R.R. Tolkien kendi kurgusal evreni Orta Dünya için bazı diller yarattı. Ardından gelen fantazya ve bilimkurgu yazarları da kendi dillerini yaratmaktan geri durmadı.

Bâleybelenin Doğumu

Şimdi anlıyoruz ki Bâleybelen bu dillerin hepsinden daha eski. Muhyî-i Gülşenî’nin 16. yüzyılda yarattığı bu dil Volapükten üç yüz yıl daha eski. Peki, ne oldu da Muhyî böyle bir dil yaratmaya ihtiyaç duydu?

İki nedeni var. Bu iki neden birbirleriyle çelişiyor gibi görünse de ikisi de oldukça mantıklı. Birincisi, dönemin sufilerinin baskı altında olmasından kaynaklanıyor. İslam’ın tek bir yorumu saray tarafından kabul edilir ve diğer bütün yorumları dışlanır. Farklı bir din yorumunda bulunacak olan âlimlerin darağacına gitmesi kaçınılmaz olabilmektedir. Örneğin, Şeyh Muhyiddin-i Karamani ve Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi bu yüzyılda idam edilmiştir.

Bu durum sufileri gizliliğe yöneltir. Dergâhlarda gizlice bir araya gelirler. Fikirlerinin açıkça propagandasını yapmazlar. Herkesi de aralarına almazlar. “Bilgi sadece onu öğrenme isteği ve yeteneği olanlara verilir,” anlayışı gelişir.

Muhyî 1528-1604 tarihleri arasında yaşamış bir sufi ve aynı zamanda bir şair. Edirne’de doğmuş, İstanbul’a yerleşmiştir. Şiirleri sarayda da okunmakta olup kendisi devlet erkânı içinde çevre edinmiş ve dönemin Şeyhülislamı Ebu Suud’la dost olmuştur. Gerçek düşüncelerini ise gizlemektedir. Dilsizlere verilen dil anlamına gelen Bâleybeleni bu dönemde yaratmaya başlar, bilgileri şifrelemeye çalışır.

Muhyî’nin bu dili yaratmasının ikinci nedeniyse Volapük ve Esperanto ile aynıdır. Osmanlı Devleti 16. yüzyılda gücünün doruğunda olup çok geniş bir alana yayılmıştı. Birbirinden çok farklı dilleri konuşan, çok sayıda millet aynı devletin sınırları içinde yaşamaktaydı. Devletin sınırları içindeki dil ve kültür sayısı o kadar çoktu ki ortak bir dile ihtiyaç duyuldu. Muhyî, bu dili yaratırken bir gün bütün Osmanlı tebaasının bu dili konuşacağının hayâlini de kuruyordu. Yazılarında bu arzusunu açıkça dile getirmiştir.

Muhyî, bu dile dinsel bir nitelik de kazandırmaya çalışmıştı. O, bu dili kendisinin yaratmadığına inanıyordu. Çünkü bir sufi olarak insanların bütün eylemlerinin Allah’tan geldiğine inanıyordu. Ona göre bu dil yaratılmamış ama keşfedilmiştir. Gönülden gönüle ulaşan gizli bir dil zaten vardır. O sadece bu dili dilbilgisine ve sözcüklere dökmüştür.

Muhyî, iki yüz eserini bu dilde yazmış ve diğer sufilere de aynısını önermiştir. Bazı öğrencileri ona uysalar da bazıları da bir dil yaratmanın Allah’a şirk koşmak olduğunu söylediler. O yine de Bâleybelen üzerinde ısrarla çalıştı. Dilin gramer yapısını ve sözcüklerini ortaya döktü. Çok geniş kapsamlı bir dil bilgisi inşa etti. On bin adet sözcük türetti ve yazdığı sözlükte bu sözcüklerin hepsinin Türkçe, Arapça ve Farsça karşılıklarını verdi.

Bâleybelenin Serüveni

Ne yazık ki onun ölümüyle birlikte bu dil de öldü. Varlığı bile tamamen unutuldu. Yazdığı kitaplarsa kütüphanelerin tozlu köşelerinde kalakaldı. Zaten bu kitaplar kimsenin bilmediği bir dilde yazılmıştı. İki yüz yıl bu şekilde geçti.

Bâleybelenin yeniden ortaya çıkışı aydınlanma filozoflarından Jean-Jacques Rousseau sayesinde oldu. 19. yüzyılın başında Rousseau’nun yolu Halep’e düşer. Burada tanımadığı dilde bir esere rastlar. Eser her ne kadar Arap alfabesinin Osmanlı varyantında yazılmış olsa da bilinmeyen bir dildedir. Kime sorarsa sorsun bu eserin hangi dilde olduğunu öğrenemez. Hiç kimse bilmemektedir.

Rousseau, kitabın giriş sayfasının bir kopyasını çıkarır ve İstanbul’daki Alman ataşesi Joseph von Hammer-Purgstall’e gönderir. Kendisi aynı zamanda bir Doğu bilimleri uzmanı ve tercümandır. Dil öğrenmeye yatkın bir kişilik olup çok sayıda dili bilmektedir. Fakat Hammer da bu dili çözemez ve Paris’teki Oryantal Diller Okulu’ndaki akademisyen Sylvestre Sacy’den yardım ister.

Sacy bu dil üzerinde sekiz yıl çalışır ama dili çözemez. 1813’te bir makale kaleme alır ve Bâleybelenin ya kaybolmuş bir millete ait olduğunu ya da Doğu Kabalistlerinin kullandığı gizli bir dil olduğunu söyler. Elindeki kaynağın sınırlı olması bu dili çözmesini engellemiştir. Aynı zamanlarda oryantalistlerden Alessandro Bausani ise bu dilin ilk yapay dil olduğunu keşfeder ama bunu kimin neden yaptığı hakkında bir sonuca ulaşamaz.

Aradan yüz elli yıl daha geçer ve Bâleybelen ilk defa bilimsel bir çalışmaya konu olur. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Mithat Sertoğlu 1966’da Hayat Tarihadlı dergide İlk Milletlerarası Dili Bir Türk İcat Etmişti başlıklı bir makale yazar ve dilin yaratıcısının Muhyî-i Gülşenî olduğunu açıklar. Yine de dilin içeriği hâlâ çözülememiştir. Dilin çözülmesiyse içinde yaşadığımız bu yüzyıla rast gelecektir.

İstanbul Üniversitesi Eski Türk Edebiyatı profesörlerinden Mertol Tulum’un öğrencisi Dr. Mustafa Koç 2001’de Bâleybelen üzerine çalışmaya başlar. O, metinlerin dağıldığı Mısır, Türkiye ve Fransa arasında mekik dokumak zorundadır. Muhyî’nin eserlerinin çoğunluğu ne yazık ki günümüze ulaşamamıştır. Yine de Sacy’nin söz ettiği yazmalardan sözlük bölümü bulunur. Gramer konusundaki kaynaklar ise Mısır Milli Kütüphanesi’ndeki yazmalarda bulunur. Ses yapısını çözmek içinse Muhyî’nin notları lazımdır ve onlar da İstanbul’daki Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’nde ortaya çıkar.

Mustafa Koç, beş yıllık bir çalışmanın ardından dili çözmeyi başarmıştır. 2006’da bulgularını Bâleybelen: İlk Yapma Dil adlı kitabında yayımlar.

Bâleybelen Nasıl Bir Dil?

Bâleybelen bir yapay dil olmanın hakkını veriyor. Gerçekten benzersiz bir dil. Türkçe, Arapça ve Farsça gibi farklı ailelere mensup birbirinden çok farklı dillerin özelliklerini bir araya getiriyor.

Temel gramer Arapçadan alınmış, cümlenin ögelerinin sıralanışı ona benziyor ama biraz daha basitleştirilmiş. Söz varlığını ise ağırlıklı olarak Türkçe ve Farsçadan alıyor. Kullandığı alfabe ise Arap alfabesinin Osmanlı varyantı.

Öte yandan Türkçe gibi eklemeli bir dil. Bir isme ya da fiile ek getirerek yeni bir sözcük yaratmak bu dilde de mevcut. Ünsüz düşmesi özelliği de Bâleybelende bulunan özelliklerden birisi.

Bâleybelenin ilginç yanlarından biri de aynı sözcüğün zıt anlamları karşılaması. Örneğin cevnsözcüğü hem siyah hem de beyaz anlamına geliyor.

Bazı Türkçe sözcüklerin Bâleybelen dilindeki karşılıklarını verelim:

  • Âşık: Set
  • Ekmek: Betem
  • Gölge: Şal
  • Nefes: Ad
  • On üç: Cilyâ
  • Kapak: Sedâb
  • Avcı: Gîrtâv
  • Okçu: Demcen

Daha fazlası için sözlüğe bakmanız gerek!

Mustafa Koç’un Kitabı

Dilin şifrelerini çözen Dr. Mustafa Koç, bulgularını Bâleybelen: İlk Yapma Dil adlı kitapta yayımladı ve eser Klasik Yayınları tarafından basıldı. Bâleybelen hakkında başlıca kaynak bu kitaptır. Kitapta Muhyî’nin yaşamı, Bâleybelenin bulunuş süreci, dilin gramer ve ses yapısı ve sözlük bulunuyor. Kitabın tanıtım metnini de paylaşalım:

Bu eser, yapma dil, kusursuz dil, ortak dil ve kaynak dil çalışmalarının bilinen ilk müşahhas örneğidir. 16. yüzyılda kaleme alınan Bâleybelen (Muhyî’nin Dili/Lisânü’l-Muhyî) Doğu dillerinin (Türkçe, Arapça, Farsça) imkânlarıyla sufî tecrübenin harmanlandığı eşsiz bir metindir. Aynı zamanda 19. yüzyılın medeniyetler ve kültürler Babilinde ortak dil oluşturma hamlelerinin ilk müjdecisidir.

Osmanlı kültür hayatında müspet akisler bırakan; devlet ricali, ilmiye sınıfı ve sufî muhitlerin ilgisini çeken Bâleybelen, Osmanlı medeniyet tarihinin orijinal bir veçhesi olmakla kalmaz, bilim tarihinde ilk inşa edilen dil olarak da yerini alır. Osmanlı Türkçesinin tam bir gramerini de içeren risalelerin yanında 10.000 madde başı içeren Bâleybelen sözlüğü Türkçe, Farsça ve Arapça karşılıklarıyla yer alır.

200 eser meydana getiren Muhyî, bu ve diğer çalışmalarında dönemine ve kendi iç dünyasına dair verdiği zengin bilgilerle Osmanlı’yı müessese ve insanlarıyla daha yakından görmemizi sağlar. Bu çalışmada transkripsiyon ve edisyon kritikleri yapılarak işlenen Bâleybelen metinleri ve Muhyî’nin hacimli biyografisi birçok bilinmeyenin aydınlatılmasında katkıda bulunacaktır.

Eğer Bâleybeleni merak ediyorsanız bu kitabı mutlaka edinmenizi tavsiye ederiz. Bunun dışında, bu yazıda faydalandığım aşağıdaki kaynaklara da göz atabilirsiniz. Bâleybelen, dünyanın ilk yapay dili olsa da ne dünyada ne de Türkiye’de pek fazla biliniyor. Eğer bu yazı, dilin tanınmasına birazcık dahi olsa katkıda bulunabilirse ne mutlu bana.

Kaynakça

1)      İngilizce Wikipedia’daki Balaibalan Maddesi
2)      Bâleybelen: Dünyanın İlk Yapay Dili / İsa Sarı
3)      Kitabın Klasik Yayınları’ndaki Sayfası
4)      16. Yüzyıl Sufilerinin Gizli Dili: Bâleybelen / Fi Tarihi
5)      Bilim Tarihinin İlk Yapma Dili Bâleybelen / Mustafa Koç
6)      Dr. Mustafa Koç ile İlk Yapma Dil Bâleybelen Hakkında Bir Söyleşi

kayıprihtim.com

Yorum bırakın